Şapka

Çocukken balık tutmak için Bakırçay’a giderdim. Köyümüz Poyracık Bakırçay'dan üç dört kilometre uzaklıktaydı. Her seferinde önce Bakkal Faruk Amca’ya uğrar, iki metre misina ile birkaç kanca alır, sonra da kargıdan kamışın ucuna bağlayarak yola koyulurdum.

O yaz günü de öyle başlamıştı. Balığa gitmiş ve çoğunlukla olduğu gibi eliboş dönüyordum. Güneş tepede kavuruyor, yol boyunca bir tane bile ağaç gölgesi bulamıyordum. Geçen araçlar, ardında koca bir toz bulutu bırakıyor, o toz da terli yüzüme yapışıyordu. Ne şapkam vardı ne güneşten korunacak bir gölgeli bir yol. Kara saçlı, esmer bir çocuk olduğumdan güneşte karadıkça kararırdım.

Bazı günler at arabası ya da traktör denk gelirdi. Ama o gün şansım yoktu.

Bir ara ilerde yerde bir şey fark ettim. Yaklaştıkça şekli netleşti. Kırmızı, yeni bir şapkaydı bu! Muhtemelen biraz önce yanımdan geçip beni almayan traktördeki gençlerden birinindi.

Etrafı kolaçan ettim, kimse görünmüyordu. Şapkayı aldım. Az ilerideki tulumbaya varınca hem elimi yüzümü hem de şapkayı güzelce yıkadım. Islak şapkayı kafama geçirdim. Serin serin, biraz da sevinçli adımlarla yürümeye devam ettim.

Tam o sırada karşıdan bir traktör yaklaştı. Evet, o traktördü. İki genç abi vardı üzerinde. Yanımda durdular. Biri bana sordu:
“O kafandaki şapka benim değil mi?”

Şapkayı verdim. Aldılar ve yollarına devam ettiler.

Ben de yarım kalan mutluluğumla, yeniden güneşin altındaki tozlu yolda yürümeye devam ettim. 

O günden sonra, kırk beş yaşıma kadar, tüm mutluluklarım hep biraz yarım kaldı.

Ta ki kırk beş yaşımda eşimle tanışana kadar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Istaka Davası

İŞİMİ GERİ İSTİYORUM YAV!

They Robbed The Teacher's Job (Açlığa Mahkum Öğretmen).