Hapşırık
Yusuf Metin Altuntaş gönderisini beğendim.
HAPŞIRIK
“1.GÜN”
ilk bakışta çok kötü gelmemişti okul bana. duvarlarına resimler falan yapmışlar sevimli göstermek için. çok basit çizimler ama çizenlerin kalbi kırılmasın diye bir şey demedim. beslenme saati diye bir şey varmış. o saatin içinde şöyle bir şey var, bir türlü anlamıyorum: “bütün yemekler bitecek!” arkadaşım! ben belki sabah sıkı kahvaltı yaptım, belki karnım ağrıyor, belki beslenme listesini beğenmiyorum. yoook, yemekler bitecek! ilk gün arıza yapmayım diye hepsini yedim. eve döndüğümde bugün ne yaptınız, diye bir soru geldi. sanırım babam sordu. kolay soru. hiiç, dedim. etrafımdaki herkes güldü.
“7.GÜN”
babam bir büyük poşet dolusu yapıştırıcı, karton, boya, oyun hamuru vs. malzemeyi öğretmene teslim etti. oo iyi dedim, babam öğretmeni susturmak için paraya kıymış, artık rahat ederim. sınıfa geçtik. ben sınıfta ayrıcalıklı bir muamele görürüm, kimse bana bulaşmaz, sabah koyulan beslenmeyi de beğenmemiştim iyi oldu diye düşünürken öğretmen önüme iki kutu oyun hamuru koydu. bir baktım herkesin önünde hamur var. hadi, dedi. bütün arkadaşlarım hamurları eğip bükmeye başladı. olayı anlamlandırmaya çalışırken öğretmen, başlasana nuriye! dedi. başımdan aşağı bin kutu hamur dökülmüş gibi hissettim. hamur kokusu içinde yedinci gün de bitti.
“10. GÜN”
bu öğretmen harbiden sıkıntılı. on gündür hepimizi kapıda karşılıyor. bu sabah görecektiniz ama. gözleri şişmiş, dudak kenarlarını mandalla kulaklarına tutturmuş bir vaziyette kapıda bekliyor yine. annem saldı beni ufaktan kapıya doğru. kadını görür görmez mevzuya uyandım. annem çantaya bir meyveli soda ateşlemiş. ona güvenerek yanına yaklaşıp “soda ister misin?”dedim. anlamadı. bozuldum tabi. “nuriye hadi geç yavrum bak arkadaşların bekliyor.” dedi. “bak hocam çok kabasın, dün gece evine misafir gelmiş belli. türküler, şarkılar ee biraz da alkol var tabi geceyi üç etmişsiniz. ben de halden anlarım yani. soda içer misin? dedim, fena mı ettim yani?” diye bağırayım dedim. sonra vazgeçtim. kafası iyi gibiydi hala, alttan aldım. geçtim yerime oturdum.
“1.AY”
ibrahim’in doğum günüydü bugün. nasıl güzel bir gündü anlatamam. şimdi bu ibo’nun anası babası öğretmene rica etmişler; “hocam ibrahim’in dışarıda pek arkadaşı yok da -eee- yani doğum gününü sınıfta kutlayabilir miyiz?” ibrahim sınıfın önderi, ne arkadaşı yok! üç mahalle öteden manita yapmış, geçen hafta aileleri ikna edip kendilerini lunaparka götürtmüşler. neyse bizim hoca da biraz saf; tamam demiş gözleri dolarak, yapalım. ee ne de olsa bir çocuğu cemiyete kazandıracak, var mı daha ötesi. pastayı mastayı getirdiler sınıfa. ben de kendiminki hariç doğum günlerinden nefret ederim. bizim sınıfa zaten hareket olsun, hepsi pastanın etrafına doluştu mumu önce ben söndürecem diye. ben arkada minderde takılıyorum. semih geldi yanıma. “pasta çikolatalıymış, ben çileği severim.” dedi. kafayı kaldırdım, “çilek de seni seviyor mu? “dedim. durdu durdu. “ben çileği seviyorum diye çileğin de beni sevmesi şart mı?” dedi. o an içimde bir şeyler oldu. kendime yakın hissettim onu. o gözlüklü, sessiz çocuk, muhabbetin dibiymiş de haberim yokmuş. sonra bir sohbete daldık sormayın. öğretmen seslendi de ayıktık. bizim sınıf abur cubura dadanmış, pasta olduğu gibi duruyor. göz göze geldik. hadi dedim. allah sizi inandırsın pastanın yarısını biz yedik. semih çok iyi çocuk. okula ısınır gibi oldum onun sayesinde. ama okulu sevmiyorum hala, deli miyim ben?
“6. AY”
iki aydır canım burnumda. ikinci dönem bir çocuk geldi sınıfa. adı tarık. öğretmen, çocuğu yanına almış tuttu getirdi sınıfa; elini başına koymuş, tahtaya çıkarmış, bize seslendi.” çocuklar yeni arkadaşınıza merhaba deyin, adı tarık, okulumuza ankara’dan geldi.” bizimkiler tabi aynı, eğlence olsun da ne denirse o. “hoş geldin tarııııık!” gürültü, patırtı sınıfta. çocuk çok sıkıldı belli oluyor. allah var çocuk farklıydı. önce çevik bir hamleyle öğretmenin uzun ve ojeli tırnaklarından kurtuldu. sonra, “hoş bulduk” deyip onca boş yer arasında gelip benim yanıma oturdu. herkes dalgasına dönünce bana dönüp: “hep böyle misiniz?” dedi. hiçbir şey diyemedim. biz kimdik? ya da nasıldık? hiçbirini soramadım. ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kendime yakın hissettim onu. cebimden çıkarıp bir toka uzattım. hiç yadırgamadan aldı. durdu biraz tokaya baktı. o da sıkı sıkıya tuttuğu çantasından çıkarıp bir saç bandı verdi bana. allı morlu, işlemeli bir saç bandı. ablasınınmış. ablası ankara’da kalınca ayrılırken ona hatıra olarak vermiş. tabi bunları sonradan öğrendim. iki aydır okula gitmek için can atıyorum. ya canım burnumda ya da aşık oldum.
“23 NİSAN”
bu sabah okula gitmemeye kararlıydım. sabaha kadar uyuyamamışım zaten. annem başucuma geldi. “kızım” dedi. “kalk okul saati geldi.” hiç oralı olmadım. annem bir süre sonra yine geldi. “güzel kızım kalk, bak bugün okulda tören var, daha saçını yapacağız. “lütfen anne, kıyamam sana; ısrar etme, gitmeyeceğim. semih esra’yla dans ediyor, tarık da o zilli büşra’yla. ben gitmek istemiyorum.” diyemedim. gözlerimi kapatabileceğim kadar sıkı kapattım. sanki o kadar sıkı kapatırsam hiçbir şey duymayacağım. annem bir daha seslendi “nuriye bak semih geldi.” ah tanrım! ona defalarca söyledim, yarın bize uğramadan git diye. semih yanıma geldi. “abartıyorsun!” dedi. gözlerimi iyice yumdum. “hem tarık da istemedi böyle olmasını.”
yolda hiç konuşmadım. semih dansımız sırasında söyleyeceklerimizle ilgili birkaç tekrar yapmaya çalışsa da hiç oralı olmadım. pembe fırıfırlı eteğimi ilk gördüğümde bayılmıştım. şimdi ondan nefret ediyordum. elimizde ponponlar karşılıklı çiftler halinde hoparlörden gelen müziğe eşlik edip müzik kesildikçe sırayla bir şeyler söylüyorduk. kız ve erkek sayısı eşit olmadığı için büşra ve tarık’ın eşleşmesi bana daha da ağır gelmişti. hem de gösterinin finalini yapıyor olmaları benim için bu dünyanın sonu gibiydi. aslında bizim sınıf fena değilmiş önceden yaptıkları hataları yaşlarına veriyorum artık. 23 nisan provalarında hepsiyle kaynaşıp çok iyi arkadaş oldum. hepsini çok sevdim. bir kişi hariç! gösteri çok coşkulu geçti. herkes bizi ayakta alkışladı. gösterideki eşleşmeyi aşağıya yazıyorum. ömrüm boyunca unutmamam gereken isimler var aralarında, biliyorum.
kiminin saçı siyah,(lobna)
kiminin saçı sarı...(medeni)
ankara'da buluştu,(nuriye)
dünyanın çocukları.(serhat)
her yirmi üç nisan'da(ethem)
tekrarlanır bu olay.(abdullah)
buluşma nedenini,(esra)
açıklamak çok kolay.(semih)
bu kocaman dünyada(acun)
ülke sayısı çoktur.(engin)
oysa ki hiç birinin(ceylan)
çocuk bayramı yoktur.(berkin)
dünyanın çocukları(veli)
yurdumuza koşuyor,(deniz)
her yirmi üç nisan'da(atakan)
cıvıldaşıp coşuyor.(ali ismail)
türkiye konuklarla,(ibrahim)
kalpler sevgiyle dolsun.(dilek)
dünya çocuk bayramı (tarık)
herkese mutlu olsun!( büşra)
Altan ÖZYÜREK
“8.AY”
tarık törenden sonra büşra’yla hiç konuşmadı. hep bizim arılar grubuna girmek için uğraştı. ama artık çok ilgilenmiyorum onunla. karne dağıtacaklarmış. herkes gün sayıyor. aslında ben de heyecanlıyım da belli etmiyorum. öğretmen tarık’ı neden arılar grubuna almıyor anlamıyorum. of! çok da önemli değil.
“KARNE”
karne günü okumamız için öğretmen, semih’le bana şiir verdi. çok sevindik. çalışıyoruz falan. büyük gün geldi. ana babalarımız geldi. öğretmen karneleri süslemiş. kurdeleler, çıkartmalar, kokular… aman tanrım hepimiz büyülendik. semih birkaç gündür hastaydı, hapşırıp duruyor. ben de provalarda kapmışım ondan galiba. ikimiz de elimizde selpaklar perişanız. öğretmen çağırdı bizi tahtaya. biz şiiri okuyacağız. sonra karneler dağılacak. şiir şöyle:
kimimiz doktor,(s)
kimimiz mimar,(n)
akademisyen de olabiliriz,(n) öğretmen de,(s)
işçi olursak da üzülme anne,(n)
seveceğiz işimizi,(s)
emeğimiz önemli(n)
gerisinden kime ne!(nuriye-semih)
tabi olmuyor. burunda kaşıntı bir yanda, kalabalık bir yanda. bütün gözler bizim üstümüzde. ilk dizeyi söyledik. büyük bir sessizlik oldu. ikimiz birden ciğerlerden sökülüp gelen büyük bir gürültüyle izleyenlere doğru hapşırdık. salon tekrar sessizliğe büründü. sonra tüm salon sözleşmiş gibi hep bir ağızdan bize doğru: “ÇOK YAŞAYIN!” diye bağırdı. birbirimize baktık. güldük. sonra yaşama sevinciyle şiirimizi okuduk.
HAPŞIRIK
“1.GÜN”
ilk bakışta çok kötü gelmemişti okul bana. duvarlarına resimler falan yapmışlar sevimli göstermek için. çok basit çizimler ama çizenlerin kalbi kırılmasın diye bir şey demedim. beslenme saati diye bir şey varmış. o saatin içinde şöyle bir şey var, bir türlü anlamıyorum: “bütün yemekler bitecek!” arkadaşım! ben belki sabah sıkı kahvaltı yaptım, belki karnım ağrıyor, belki beslenme listesini beğenmiyorum. yoook, yemekler bitecek! ilk gün arıza yapmayım diye hepsini yedim. eve döndüğümde bugün ne yaptınız, diye bir soru geldi. sanırım babam sordu. kolay soru. hiiç, dedim. etrafımdaki herkes güldü.
“7.GÜN”
babam bir büyük poşet dolusu yapıştırıcı, karton, boya, oyun hamuru vs. malzemeyi öğretmene teslim etti. oo iyi dedim, babam öğretmeni susturmak için paraya kıymış, artık rahat ederim. sınıfa geçtik. ben sınıfta ayrıcalıklı bir muamele görürüm, kimse bana bulaşmaz, sabah koyulan beslenmeyi de beğenmemiştim iyi oldu diye düşünürken öğretmen önüme iki kutu oyun hamuru koydu. bir baktım herkesin önünde hamur var. hadi, dedi. bütün arkadaşlarım hamurları eğip bükmeye başladı. olayı anlamlandırmaya çalışırken öğretmen, başlasana nuriye! dedi. başımdan aşağı bin kutu hamur dökülmüş gibi hissettim. hamur kokusu içinde yedinci gün de bitti.
“10. GÜN”
bu öğretmen harbiden sıkıntılı. on gündür hepimizi kapıda karşılıyor. bu sabah görecektiniz ama. gözleri şişmiş, dudak kenarlarını mandalla kulaklarına tutturmuş bir vaziyette kapıda bekliyor yine. annem saldı beni ufaktan kapıya doğru. kadını görür görmez mevzuya uyandım. annem çantaya bir meyveli soda ateşlemiş. ona güvenerek yanına yaklaşıp “soda ister misin?”dedim. anlamadı. bozuldum tabi. “nuriye hadi geç yavrum bak arkadaşların bekliyor.” dedi. “bak hocam çok kabasın, dün gece evine misafir gelmiş belli. türküler, şarkılar ee biraz da alkol var tabi geceyi üç etmişsiniz. ben de halden anlarım yani. soda içer misin? dedim, fena mı ettim yani?” diye bağırayım dedim. sonra vazgeçtim. kafası iyi gibiydi hala, alttan aldım. geçtim yerime oturdum.
“1.AY”
ibrahim’in doğum günüydü bugün. nasıl güzel bir gündü anlatamam. şimdi bu ibo’nun anası babası öğretmene rica etmişler; “hocam ibrahim’in dışarıda pek arkadaşı yok da -eee- yani doğum gününü sınıfta kutlayabilir miyiz?” ibrahim sınıfın önderi, ne arkadaşı yok! üç mahalle öteden manita yapmış, geçen hafta aileleri ikna edip kendilerini lunaparka götürtmüşler. neyse bizim hoca da biraz saf; tamam demiş gözleri dolarak, yapalım. ee ne de olsa bir çocuğu cemiyete kazandıracak, var mı daha ötesi. pastayı mastayı getirdiler sınıfa. ben de kendiminki hariç doğum günlerinden nefret ederim. bizim sınıfa zaten hareket olsun, hepsi pastanın etrafına doluştu mumu önce ben söndürecem diye. ben arkada minderde takılıyorum. semih geldi yanıma. “pasta çikolatalıymış, ben çileği severim.” dedi. kafayı kaldırdım, “çilek de seni seviyor mu? “dedim. durdu durdu. “ben çileği seviyorum diye çileğin de beni sevmesi şart mı?” dedi. o an içimde bir şeyler oldu. kendime yakın hissettim onu. o gözlüklü, sessiz çocuk, muhabbetin dibiymiş de haberim yokmuş. sonra bir sohbete daldık sormayın. öğretmen seslendi de ayıktık. bizim sınıf abur cubura dadanmış, pasta olduğu gibi duruyor. göz göze geldik. hadi dedim. allah sizi inandırsın pastanın yarısını biz yedik. semih çok iyi çocuk. okula ısınır gibi oldum onun sayesinde. ama okulu sevmiyorum hala, deli miyim ben?
“6. AY”
iki aydır canım burnumda. ikinci dönem bir çocuk geldi sınıfa. adı tarık. öğretmen, çocuğu yanına almış tuttu getirdi sınıfa; elini başına koymuş, tahtaya çıkarmış, bize seslendi.” çocuklar yeni arkadaşınıza merhaba deyin, adı tarık, okulumuza ankara’dan geldi.” bizimkiler tabi aynı, eğlence olsun da ne denirse o. “hoş geldin tarııııık!” gürültü, patırtı sınıfta. çocuk çok sıkıldı belli oluyor. allah var çocuk farklıydı. önce çevik bir hamleyle öğretmenin uzun ve ojeli tırnaklarından kurtuldu. sonra, “hoş bulduk” deyip onca boş yer arasında gelip benim yanıma oturdu. herkes dalgasına dönünce bana dönüp: “hep böyle misiniz?” dedi. hiçbir şey diyemedim. biz kimdik? ya da nasıldık? hiçbirini soramadım. ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kendime yakın hissettim onu. cebimden çıkarıp bir toka uzattım. hiç yadırgamadan aldı. durdu biraz tokaya baktı. o da sıkı sıkıya tuttuğu çantasından çıkarıp bir saç bandı verdi bana. allı morlu, işlemeli bir saç bandı. ablasınınmış. ablası ankara’da kalınca ayrılırken ona hatıra olarak vermiş. tabi bunları sonradan öğrendim. iki aydır okula gitmek için can atıyorum. ya canım burnumda ya da aşık oldum.
“23 NİSAN”
bu sabah okula gitmemeye kararlıydım. sabaha kadar uyuyamamışım zaten. annem başucuma geldi. “kızım” dedi. “kalk okul saati geldi.” hiç oralı olmadım. annem bir süre sonra yine geldi. “güzel kızım kalk, bak bugün okulda tören var, daha saçını yapacağız. “lütfen anne, kıyamam sana; ısrar etme, gitmeyeceğim. semih esra’yla dans ediyor, tarık da o zilli büşra’yla. ben gitmek istemiyorum.” diyemedim. gözlerimi kapatabileceğim kadar sıkı kapattım. sanki o kadar sıkı kapatırsam hiçbir şey duymayacağım. annem bir daha seslendi “nuriye bak semih geldi.” ah tanrım! ona defalarca söyledim, yarın bize uğramadan git diye. semih yanıma geldi. “abartıyorsun!” dedi. gözlerimi iyice yumdum. “hem tarık da istemedi böyle olmasını.”
yolda hiç konuşmadım. semih dansımız sırasında söyleyeceklerimizle ilgili birkaç tekrar yapmaya çalışsa da hiç oralı olmadım. pembe fırıfırlı eteğimi ilk gördüğümde bayılmıştım. şimdi ondan nefret ediyordum. elimizde ponponlar karşılıklı çiftler halinde hoparlörden gelen müziğe eşlik edip müzik kesildikçe sırayla bir şeyler söylüyorduk. kız ve erkek sayısı eşit olmadığı için büşra ve tarık’ın eşleşmesi bana daha da ağır gelmişti. hem de gösterinin finalini yapıyor olmaları benim için bu dünyanın sonu gibiydi. aslında bizim sınıf fena değilmiş önceden yaptıkları hataları yaşlarına veriyorum artık. 23 nisan provalarında hepsiyle kaynaşıp çok iyi arkadaş oldum. hepsini çok sevdim. bir kişi hariç! gösteri çok coşkulu geçti. herkes bizi ayakta alkışladı. gösterideki eşleşmeyi aşağıya yazıyorum. ömrüm boyunca unutmamam gereken isimler var aralarında, biliyorum.
kiminin saçı siyah,(lobna)
kiminin saçı sarı...(medeni)
ankara'da buluştu,(nuriye)
dünyanın çocukları.(serhat)
her yirmi üç nisan'da(ethem)
tekrarlanır bu olay.(abdullah)
buluşma nedenini,(esra)
açıklamak çok kolay.(semih)
bu kocaman dünyada(acun)
ülke sayısı çoktur.(engin)
oysa ki hiç birinin(ceylan)
çocuk bayramı yoktur.(berkin)
dünyanın çocukları(veli)
yurdumuza koşuyor,(deniz)
her yirmi üç nisan'da(atakan)
cıvıldaşıp coşuyor.(ali ismail)
türkiye konuklarla,(ibrahim)
kalpler sevgiyle dolsun.(dilek)
dünya çocuk bayramı (tarık)
herkese mutlu olsun!( büşra)
Altan ÖZYÜREK
“8.AY”
tarık törenden sonra büşra’yla hiç konuşmadı. hep bizim arılar grubuna girmek için uğraştı. ama artık çok ilgilenmiyorum onunla. karne dağıtacaklarmış. herkes gün sayıyor. aslında ben de heyecanlıyım da belli etmiyorum. öğretmen tarık’ı neden arılar grubuna almıyor anlamıyorum. of! çok da önemli değil.
“KARNE”
karne günü okumamız için öğretmen, semih’le bana şiir verdi. çok sevindik. çalışıyoruz falan. büyük gün geldi. ana babalarımız geldi. öğretmen karneleri süslemiş. kurdeleler, çıkartmalar, kokular… aman tanrım hepimiz büyülendik. semih birkaç gündür hastaydı, hapşırıp duruyor. ben de provalarda kapmışım ondan galiba. ikimiz de elimizde selpaklar perişanız. öğretmen çağırdı bizi tahtaya. biz şiiri okuyacağız. sonra karneler dağılacak. şiir şöyle:
kimimiz doktor,(s)
kimimiz mimar,(n)
akademisyen de olabiliriz,(n) öğretmen de,(s)
işçi olursak da üzülme anne,(n)
seveceğiz işimizi,(s)
emeğimiz önemli(n)
gerisinden kime ne!(nuriye-semih)
tabi olmuyor. burunda kaşıntı bir yanda, kalabalık bir yanda. bütün gözler bizim üstümüzde. ilk dizeyi söyledik. büyük bir sessizlik oldu. ikimiz birden ciğerlerden sökülüp gelen büyük bir gürültüyle izleyenlere doğru hapşırdık. salon tekrar sessizliğe büründü. sonra tüm salon sözleşmiş gibi hep bir ağızdan bize doğru: “ÇOK YAŞAYIN!” diye bağırdı. birbirimize baktık. güldük. sonra yaşama sevinciyle şiirimizi okuduk.
Yorumlar